Bir Afişin Öyküsü, 1959

admin
7.04.2022

BİR AFİŞİN ÖYKÜSÜ, 1959

Türklerin ata sporu güreş sözcüğü’nün kökeni, Özbek ve Başkurt Türkleri’nin "kures" sözcüğünden gelmektedir.

Türkistan topraklarında yaşayan Türkler şamanizme inanmış, göçebe toplumlardı.  Doğaya karşı verdikleri mücadelede güçlü olmak, iyi ata binmek ve ustaca silah kullanmak zorundaydılar. Çevresindekilere kuvvetini kanıtlamak amacıyla da sık sık güreş tutmaktaydılar.

Türk güreş stili zaman içerisinde Orta Asya’dan Avrupa’ya da yayılmış, Türklerin Anadolu’ya göçü ile de Anadolu topraklarına gelmiştir. Türk güreş tekniği, gittiği bütün topraklardaki güreş teknikleri ile kaynaşmıştır. Selçuklular döneminde, Trakya ve Ege bölgelerinde yaygın olan yağlı güreş Türkler tarafından da benimsenmiş, Osmanlılar özel önem göstererek, bu sporun örgütlenmesini sağlamıştır.

Günümüzde popüler kültürün etkisiyle güreşe olan ilgi maalesef azalmaktadır. Bahar ve yaz aylarında Anadolu’nun birçok yöresinde düzenlenen yağlı güreş, karakucak güreşleri, neredeyse Kırkpınar dışında artık düzenlenmemektedir.

Hatta uluslararası olimpiyat komitesi Şubat 2013’de aldığı bir kararla, güreşi 2020 olimpiyat oyunlarından çıkartmıştır.  (Güreşçilerin 2020 Olimpiyatları'na katılmak için ufak da olsa bir şansı var. Çünkü güreş 2020 oyunlarına katılmak için birbiriyle yarışacak sporlar listesine eklenecek. Listede beyzbol, raketle kapalı alanda oynanan bir oyun olan squash, karate, tırmanma sporu ve kamuoyunda daha az bilinen başka dallar da yer almakta.)  Ancak karar elbetteki üzücüdür. Boks gibi kan getiren, beyin travması yaratan bir spor olimpiyatlarda varken, güreşin olmaması düşündürücüdür.


Ata sporu güreş, Türkiye’ye olimpiyatlarda en çok madalya kazandıran spor dalıdır.

Türkiye'nin güreşten elde ettiği 50'den fazla olimpiyat madalyası vardır.

Bir Afişin Öyküsü’nü yazarken, dönüp baktığımızda ne kadar çok kültürel değerimizi kaybetmekte olduğumuzu da bir defa daha gördüm.

Afişin orijinali merkezi Ankara’da bulunan Seydişehir Okutma ve Yardım Derneği/Vakfı’nın duvarlarını süslemekte ve göz bebeği gibi de korunmaktadır. Bir sureti de Seydişehir Belediye Başkanlığı’ndadır.

Gelelim afişin öyküsüne, 1-5 Ekim 1959’da, 4. Dünya Güreş Şampiyonası Tahran’da düzenlenmiştir. Türkiye bu şampiyonada 2 altın, 2 gümüş, 2’de bronz madalya ile toplam 6 madalya kazanarak dünya ikincisi olmuştur. Şampiyona’da Sovyetler Birliği ile müthiş bir çekişme yaşanmış, Sovyetler 3 altın, 1 gümüş, 2 bronz, toplam 6 madalya ile birinci olmuşlardır.

57 kiloda Hüseyin Akbaş ve 62 kiloda Mustafa Dağıstanlı altın; 52 kilo’da Ahmet Birlik gümüş; 67’de Hayrullah Şahin ve 73’de İsmail Ogan bronz madalya kazanmışlardır. 1954 Tokyo Dünya Güreş Şampiyonası’nın iki altın adamı, yine Hüseyin Akbaş ve Mustafa Dağıstanlı’dır.

Afişte öyle bir isim var ki, bu isim “Dünyayı Titreten Türk” olarak dünya güreş çevrelerinde anılmaktadır. Ünlü Türk güreşçisi Yaşar Doğu…

Genç kuşaklar muhtemelen Yaşar Doğu ismini duymuşlardır. Ancak kim olduğunu bilemeyebilirler. O nedenle Yaşar Doğu’dan söz etmek istiyorum.  

“1915 yılında Samsun'un Kavak ilçesine bağlı Karlı köyünde doğdu. Dedesinin köyü olan Emirli'de büyüdü. Güreşe orada başladı. 1938 yılında Ankara'da askerliğini yaparken minder güreşine çıktı. Bir yıl içinde millî takıma yükseldi. Oniki yıl süreyle (1939-1951) Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti. Bu süre içinde katıldığı 7 şampiyonanın 6'sında şampiyonluğu kazandı. 1961'de Ankara'da vefat etti. Kabri Ankara’dadır.

Aslen Kafkas Türklerindendir. Ecdadı Samsun'a muhacir gelmişti. Daha önce bebek sayılabilecek çağda iken cepheye giden babasının şehit düştüğü haberi gelmiş, bu yüzden annesiyle birlikte dedesinin köyü olan Emirli'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Çocukluğunun geçtiği bu köyde güreşe başladı ve daha delikanlılığın eşiğinde iken yaman bir karakucak güreşçisi olarak adını bütün çevreye duyurdu.

Ankara'da askerliğini yaparken bir arkadaşının ısrarı ile Ankara Güreş Kulübü'ne girdi ve orada minder güreşine başladı. Zehir gibi acı kuvveti ve büyük güreş kabiliyeti ile bu güreşte de kendisini derhal gösterdi. Ancak kendisini pek. tecrübesiz buIan yöneticiler onun Avrupa Şampiyonası'nda ezileceğini düşünerek kadroya almak istemediler.

Millî Takımın Finlandiyalı antrenörü Onni Pellinen ağırlığını koyarak direnince kendisine millî takımda yer verildi. Böylelikle başarı dolu güreş hayatının ilk millî temasını 1939 Avrupa Şampiyonası sırasında Oslo'da yaptı. Minder güreşindeki olanca acemilik ve millî maç tecrübesizliğine rağmen büyük bir varlık göstererek üç rakibini yendi, bir maçında sayıyla yenik sayılarak Avrupa Şampiyonluğunu kaybetti, ikinci oldu. O zaman, bu bile büyük başarıydı.

1940 yılında İstanbul'da yapılan Balkan Oyunları'nda güreş yaşantısının ilk şampiyonluğunu kazandıktan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle millî müsabakalardan uzak altı yıllık bir duraklama devresine girilmişti.

1946 yılında tekrar rakipsiz eleman olarak Millî Güreş Takımımıza girdi. Aynı yıl Stokholm'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda sıtmanın verdiği 40 derecelik hararetle mindere çıkmasına rağmen, yaptığı altı güreşi de kazanarak 73 kilonun Avrupa Şampiyonu oldu. 1947 yılında Prag'da yapılan Avrupa Greko-Romen Şampiyonası'nda da Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti.

İlk kez “Demirperde Bloku”nun katıldığı bu şampiyona enteresan bir mahiyet taşımaktaydı. Zira Sovyet Rusya ve peykleri bir demirperde ülkesinde yapılan bu şampiyonada tam bir ittifak içinde idiler. Yaşar, arkadaşlarına yapılan haksızlıkları gördüğü zaman, şampiyonluğu kazanmak için sadece Rus rakibini değil, demirperde hakem blokunu da yenmesi gerektiğini gayet iyi anlamıştı. Bu azimle girdi güreşlere ve rakiplerini çatır çatır yendikten sonra finalde Rus ile karşı karşıya kaldı. Güreşe fırtına gibi girdi. Rus'u tuttuğu gibi yere vurdu. Oyundan oyuna geçiyordu. Bir ara rakibinin sırtını yere yatırdı. Hakemler görmezlikten geldiler. Sonra bir tuş daha yaptı. O da aynı akıbete uğradı. Koca Yaşar kızmıştı. Olanca gazabı ile atıldı, çift sürer gibi sürdü Rus'u. Daha sonra hırsla rakibini çatır çatır çevirdi. Bir pestil gibi sırt üstü mindere serdi ve rakibinin göğsüne çıkıp oturdu. Teker teker bütün hakemlere baktı. Gözleri öfke ile doluydu. Hani “Bu da tuş değil mi be insafsızlar” der gibiydi. Hakemler istemeye istemeye “Evet” dediler. Tuşu da; şampiyonluğunu da bastıra bastıra kabul ettirmişti koca Yaşar...

Güreş Dünyasında İsveçlilerin deyimi ile bir “Kara saçlı kuvvet ilahı” olarak parlayan Yaşar Doğu, büyük namını 1948 Olimpiyatları, 1949 Avrupa Şampiyonluğu ile de perçinledi. 1950 yılında Irak ve Pakistan'a yaptığı büyük turnede büyük kuvvet ve güreş bilgisini doğu alemine tanıtmak imkân ve fırsatını da buldu.

1951 yılında Helsinki'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda 87 kiloda Ay yıldızlı mayoyu giydi. Çok çabuk kilo alan, buna karşılık çok zor kilo veren bir bünyeye sahipti. Bu yüzden yıllar ilerledikçe sıkleti de yukseliyordu, Nitekim 67 kilo ile başladığı güreş hayatının son şampiyonluğunu Helsinki'de 87 kiloda kazandı. Böylelikle parlak güreş hayatına bir de dünya şampiyonluğu sıfatını eklemiş oldu.

Ay yıldızlı mayo altında yaptığı 47 maçın 46'sını kazanan Yaşar, bunların 33'ünde tuş yapmış, 11 maçını ittifakla, 1'ini abandone ile, birini de ekseriyetle kazanmıştır. Galibiyetle sonuçlanan 46 güreşi 690, dakika sürmesi gerekirken; yaptığı tuşlarla bu süreyi 372 dakika 26 saniyeye indirmişti.

Güreş hayatını kapattıktan sonra Millî Güreş Takımımıza antrenör oldu. 1955 yılında antrenör olarak Millî Takımımızla gittiği İsveç'te ciddi bir kalp krizi geçirdi. Uzun bir tedavi gördü. Doktorlar kendisine iyi bakmasını, yorulup heyecanlanmamasını söylemişlerdi. Fakat bunu yapamadı. İsveç'ten döner dönmez tekrar kendini güreşe verdi ve 8 Ocak 1961'de Ankara'da bir kalp krizi sonucu vefat etti.” [1]

İşte muhteşem güreşçi Yaşar Doğu, Seydişehir Okutma ve Yardım Derneği ile,  Vakfı’nın kurucularından rahmetli Hayrettin Durusoy’un Ankara’dan arkadaşıdır. Rahmetli Hayrettin Durusoy, Seydişehir Okutma ve Yardım Derneği’nin 50. Yılı için basılan dergide, afişin öyküsünü şöyle anlatmaktadır.

“Ankara’da mahalle komşum kilosunda dünya şampiyonu Yaşar DOĞU (Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun) ağabeyimizle evvela her gün yolunu bekleyip, selamı sabahı sıklaştırıp, dostluğu pekiştirince, düşüncemi açtım. Oturduğumuz İsmet Paşa Mahallesi Uzunyol’dan Ulus-Atatürk heykeli’ne kadar konuştuk. Derneği ve amacını anlattım. Babacan adamdı rahmetli. “İyi olur, yardımcı olayım. Tahran’da dünya ikincisi olan güreş ekibi yakında dönecek (Tokyo’da dünya şampiyonu olan güreş ekibi yakında dönecek, diye yazmış rahmetli Hayrettin Durusoy; 45 yıl öncesinin öyküsünde Tokyo ve Tahran’ı karıştırması son derece doğal) onlardan da birkaç arkadaş alırsak gideriz şehrinize.” Dedi. Bendeki o sevinci siz tahmin edin. Durumu Dernek Yönetim Kuruluna açtım, çok olumlu karşılandı. Hülasa, organize yapıldı, afiş hazırlandı, durum şehrimize iletildi.

Türk ve Dünya güreşinde adı geçen rahmetli Yaşar Doğu, Mustafa Dağıstanlı, rahmetli Hüseyin Akbaş, Nuri Ayva ve Alanya’dan gelen güreşçiler ve Dernek Yönetim Kurulundan bazı arkadaşlarla bir Cumartesi otobüsle yola çıktık. Doğanbey-Badırık mevkiinde bir çay molasında Hüseyin Akbaş (52 Kilo Dünya Şampiyonu) yanıma gelerek, “Ağabey, ya sende bir tılsım var ya da bende biraz avanaklık” diyerek bir söz etti. “Estağfurullah Hüseyin bey, şimdi bu söze neden gerek duydunuz?” deyip, sıkıntısını anlamak istedim.

“Bak ağabey, ben Tokyo’da (Tokyo ve Tahran’da olacak) kilomda Dünya Şampiyonu olup yurda dün döndüm. Ben memlekette 2 evliyim. Daha eve uğramadan benim buralarda ne işim var?” Diyerek üzüntüsünü ve sitemini dile getirdi. Hüseyin’in o saatteki ruhi bunalımını anlamıştım. Kendisine, “Esas avanak olan bizleriz Hüseyin’ciğim, çünkü ben biriyle geçinemiyorum, sen ikiyi nasıl idare ediyorsun? Seni tebrik etmek gerek,” diye işi tatlıya bağladık. Pazar günü güreşler Termiyelik’de yapıldı. Dünya Şampiyonları’nı gören hemşehrilerimiz mutlu, biz de mutluyuz. Belediye Başkanımız rahmetli Osman Özdemirci, misafirler ve tüm davetlilere çok sıcak ilgisini esirgemedi, herkesle ilgilendi. Akşam güreşçileri yolcu ettik. Başkana da teşekkürlerimizi ilettik. Hasret gidermek için dernek yöneticileri birkaç gün kaldık…”[2]

Afişde şöyle bir başlık var…  “18 Ekim 1959 Pazar günü, Türk Gücünü Dünya’ya Tanıtan Acı Kuvvetler, İftihar Ettiğimiz Şöhretler Bir Arada, Seydişehir Okutma ve Yardımlaşma Derneği, Seydişehir Belediyesi ve Seydişehir Orta Okul Yaptırma Cemiyeti’nin Müştereken Hazırladıkları Muazzam Yağlı Güreşler”

Rahmetli Hayrettin Durusoy, Seydişehir Okutma ve Yardımlaşma Derneği’ne yıllarca yönetim kurulu başkanlığı yapmış; daha sonra “Onursal Başkan” olarak adlandırılmış, Seydişehir sevdalısı bir insandı.

Türk kültürü’nün yaşatılması, Seydişehirlilerin bu kültürü görmeleri için yaptığı çaba azımsanacak gibi değildir. Günümüzde değil Dünya Şampiyonu bir takımı ayaklarının tozu ile bir ilçeye getirterek müsabık yapmak, uluslar arası bir şampiyonada dereceye girmiş bir sporcumuzu bile ayağının tozu ile Seydişehir’e getirmek mümkün değildir.

Seydişehirlilik, Seydişehir Kültürü, Seydişehir İmecesi bambaşka bir şeydir. Küçük çevremizde çivi çakmadan, proje geliştirip uygulamaya koymadan, yalnızca sandalyemizden eleştirerek  laf üretmekle Seydişehirlilik olamaz.

Pehlivanlar örneği karşınızda…


[1] Vikipedi, yasar dogu

[2] Seydişehir Okutma ve Yardım Derneği, 50.Yıl Özel sayısı

DESTEĞİN UMUT OLSUN

SOYAD ailesi olarak katkılarımızla öğrencilerin hayatına dokunup onlar için eğitim olmanın, ışık olmanın, umut olmanın mümkün olduğunu biliyoruz.